Çingeneler üzerinde araştırma yapan bilim adamlarınca, çingenelerin Hindistan kökenli oldukları kabul edilmektedir. 2000 yılı aşkındır onlar üzerinde yapılan araştırmalar, dillerinin büyük ölçüde Hintçe ağırlıklı olduğunu göstermektedir.
Çingeneler kitleler halinde değil, farklı zamanlarda küçük gruplar halinde Hindistandan göç etmişlerdir. M.S. 5inci ve 7inci yüzyıllar arasında Hindistan ve İran arasında göçler başlamış, daha sonra Mısır, Ermenistan, Anadolu, Yunanistan ve Avrupa içlerine yayılmışlardır.
Türkiyede resmi verilere göre 1 milyon, resmi olmayan rakamlara göre de 2,5-3 milyon civarında Çingenenin yaşadığı varsayılmaktadır. Türkiyede çingeneler yaşadıkları bölgelere göre isimler almaktadırlar.
Batı Anadolu ve Trakyada Çingene, Van ile Ardahan arasındakilere Mutrip, Anadoludakilere Elekçi ve Erzurum civarındakilere de Paşa denir.
Ayrıca Anadolunun çeşitli yerlerinde esmer vatandaş, Köçer, Arabacı gibi adlarla anılmaktadırlar.
Çingenelerin Türkiye sınırlarına Avrupadan geldikleri bilinmektedir. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası Balkanlardan Anadoluya yapılan zorunlu göç dalgasından çingenelerin de etkilenmiş olması olasıdır.
Cumhuriyetin ilanından sonra M. Kemal Atatürk, ülke sınırları dışında yaşayan ve kendilerini Türk hisseden azınlıkları mübadele yoluyla Türkiyeye çağırmış ve onlar da Avrupadan, özellikle Yunanistandan gelip Anadoluya yerleşmişlerdir.
Ayrıca daha sonra Bulgaristan ve Yugoslavyadan gelenler bunları takip etmiştir. Çingenelerin nüfus olarak en çok bulunduğu ilk beş ilimiz şunlardır;
1. İstanbul (92.000), 2. Edirne ( 50,300 ), 3. İzmir ( 45,000 ), 4. Tekirdağ (27,000 ), 5. Bursa ( 25.000 ). (Kaynak, Melih Duygulu- Çingene Müziği)
Çingenelerin Dünyadaki toplam nüfusu ise 17 milyon olarak kabul edilmektedir. Ne yazık ki bulundukları her yerde dışlanmaktadırlar. Buna rağmen ayakta kalabilmeyi başarmışlardır. Şu anda Avrupada ve Türkiyede en düşük eğitim, en yüksek işsizlik seviyesine sahip en marjinal azınlık çingenelerdir.
Çingeneler hakkında söylenmiş o kadar çok söz vardır ki; bunlardan birisi de Mart içeri, Çingene dışarıdır. Gerçekten de bu söylemi doğrulayan çingene atasözü Evde oturan ölür atasözüdür.
Varlıklarını Dünyanın dört bir yanında sürdüren bu marjinal grup, kimi zaman dışlanıyor, kimi zaman da el üstünde tutuluyor. Yüzyıllardır farklı isimler versek de onlar bizim için hep esmer vatandaş olarak kaldılar
. Çingene toplumunun geçmişleriyle bağ kurmadan, yarınlara dair beklentileri olmadan günlük yaşantılarına bakıp ta bu dünya ile ilişkilerini kestiklerini söylemek doğru olmaz.
Onlar adeta çile çekmek için yaratılmışlardır. Ama bu çile onları dünyadan ve dünya nimetlerinden uzaklaştıracak çile değildir. Tam tersine doğayla ve yaşadıkları hayatla olan bağlarını kuvvetlendirir.
Jean Jaque Rausseye göre Tabiat insanı saf ve temiz doğurur. Ona şekil veren çevresidir.der.
Benim de katıldığım bu görüş özetle şöyle demektedir; Yaradan, insanı potansiyel suçlu olarak yaratmaz. İnsan yaradılışında tertemizdir. Onu şekillendiren yaşadığı çevresidir.
Yunus Emrede der ki; Yaradılanı severim. Yaradandan ötürü.
Ben de diyorum ki insan; insan olduğu için önemlidir. Onun dili, dini, ırkı, rengi hiç önemli değildir.
Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Çingenelere karşı sergilenen dışlayıcı tutumun temelinde, onların aldıkları eğitim nedeniyle bazılarının sergiledikleri davranışlar yatmaktadır.
Bize düşen ise onları kimliksiz olarak görmeyip, dışlamaktan kaçınmak olmalıdır.