Başbakanlığı döneminde “Birileri bedelli askerlik konusunu kaşıyor” diyen şimdiki Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan değil miydi?
Milli Savunma Bakanı, “Gündemde böyle bir konu yok” dememiş miydi?
Genel Kurmay Başkanı, “Bedelli askerlik konusunda bizim bir çalışmamış yok” şeklinde ifade kullanmamış mıydı?
Ne oldu da birden bire ayranımız kabardı da ‘Bedelli Askerlik’ ansızın çıka geldi!
18 bin lirayı veren askere alınmayacak!
Oysa asker ocağının Peygamber ocağına eş değerde olduğunu bilirdik…
Her askere gidenin şehit olmayacağını bilsek bile, Kur`anı Kerim’de en yüksek mertebenin şehitlik olduğunu ve şehitlerin ölü değil diri olduklarını müjdelediğini de biliyoruz. (Âl-i İmran, 169)
Şehitlik mertebesi, Peygamberlikten sonra ulaşılması en zor rütbelerden biridir.
Sınırlarda nöbet tutarken şehit olanların mertebesi ise, bunların en üstün olanıdır.
Dinimizde vatanın sınırlarında tutulan nöbet en büyük ibadetlerden biri sayılmıştır.
Askerliğini yapmayana ‘adam’ denmediğini, hatta ‘kız verilmediğini’ de çok iyi bilen bir ulusuz…
Askerlik ocağının Peygamber ocağı olduğunu da biliyoruz…
Hatta Hadis-i Şerifler; Allah yolunda nöbet tutmanın faziletinin büyüklüğünü değişik şekillerde ifade etmektedirler:
"Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ`nın yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır." (Buhârî, Cihâd)
"Bir gün ve bir gece sınırda nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehit olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur" (Müslim veTirmizî).
Bir ülke için hudutlarının güvenliğini sağlamak her zaman büyük önem taşır.
Yeryüzünde istiklâlini elde etmiş her milletin üzerinde yaşadığı bir coğrafya vardır, bu coğrafya vatan diye adlandırılır.
Esas gaye, sahip olunan toprakları korumak olmayıp, o topraklar üzerinde yaşayan insanların dinini, canını, malını, ırz ve namusunu korumak ve milletin fertlerini hürriyet içinde yaşatmaktır.
Devlet olmanın ilk şartı, herkesçe kabul edilmiş sınırlara sahip olmaktır.
Bu sınırları korumak ve devletini devam ettirebilmek için her ülke her zaman yeterli sayıda askerî bir güce sahip olmak zorundadır.
Müslüman fertlerin her biri kendilerini bu vazifeyle mükellef bilir ve savaşı en kutsal görev kabul ederler.
Askerlik böyle şerefli bir görevdir, bu görevden kaçanlar ise, haindirlerdir, korkaklardır!
Özellikle hudutta nöbet tutmak, diğer yerlerde nöbet tutmaktan daha faziletlidir.
Hudut boylarında bir gün nöbet tutmak, hudutlar dışındaki yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlı ve faziletli kabul edilir.
Hatta bir rivayete göre Hz Osman, Resûl-i Ekrem Efendimiz`den işittiği "Allah yolunda hudutta bir gün nöbet beklemek, hudut dışındaki yerlerde bin yıl nöbet tutmaktan daha hayırlıdır" sözüdür. (Dârimî, Cihâd)
Bin yıllık geçmişimize baktığımızda Yüce Türk Milletinin hala var oluşunun nedeni, vatan ve askerlik sevgisini bir arada yaşatmasındandır.
Biz millet olarak askerliği çok sevdik.
Niçin mi?
Çünkü askerlik ocağı Peygamber ocağı olduğu için…
Anadolu hanımları ilk çocuğunu dizine yatırıp, "Uyu yavrum uyu, büyü de seni askere göndereyim", diyerek ninniler söyler.
Oğlunu askere göndermek, bir Türk kadını için büyük iftihar vesilesidir.
Şehit düşen oğlu için baba; "Vatan sağolsun, diğer oğullarımı da göndereceğim" cevabını veriyor.
Bu şeref, Türk Milletine mahsustur, Vatanı müdafaa etmek farzı ayındır.
Vatansız millet olamayacağı gibi, vatansız ibadet te olmaz!
Türk Milleti bunu böyle bildiği için, Çanakkale de, Balkanlar da, Yemen de, Trablusgarb ta, Dumlupınar da on binlerce şehit vermişler ama, vatanını dimdik ayakta tutmuşlardır.
Bayrağına sancağına ve mukaddesatına sahip çıkmıştır, Askeri ve askerliği sevmek imanın bir şubesidir.