Orman yangınları, yüreğimizi yakmaya devam ediyor.
Aklıma, Dostoyevski’nin sözü geliyor:
“Bir ağacın önünden onu sevmeden, onun var oluşundan mutluluk duymadan geçilebileceğini aklım almıyor.”
Ama ormanlar, acımasızca yakılıyor, katlediliyor.
Yaşar Kemal şöyle diyor:
“Hiç orman yangını görev var mı? Yanarken ağaçlar da insanlar gibi çığlık çığlığa ağlarlar.”
Şimdi de Anton Çehov’a kulak verelim:
“Kimi insanlar vardır, kitaplardan değil, tarlalardan, ormanlardan, ırmak kıyılarından bir şeyler öğrenmişlerdir. Yanı başlarında öten kuşlar, batarken kızıllığıyla güneş, kendi hallerindeki ağaçlar ve yaban otları öğretmenleri olmuştur.”
İşte, çok bilinen bir Kızılderili atasözü:
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Ormanlarımızla birlikte orada, yani evlerinde yaşayan hayvanlar ve diğer canlılar da yok oluyor.
Ormanların yanmasına yol açanlara verilen cezalar caydırıcı değil. Oysa en ağır ceza verilmeli, bu vicdansızlara!
Sözün bittiği yerde, son sözü ünü yurt dışına taşmış, Bandırmalı şair-yazar Ayten Mutlu’nun, “Son Armağan” başlıklı dizelerine bırakıyorum:
“yalnız bir ağacın öldüğü yerde
üç kere döner kuşlar
sunmak için kederi yaprak perilerine
koruyun onu koruyun
sonsuz uykusunu bu iyi ağacın
kutsayın onu güzel sözlerle
yeni doğmuş bir yıldızın ışıklarıyla
örtün suçsuz gövdesini
kimsesiz gövdesini
sarın iyi sözlerle
sözlerdir artık sadece
beklediği yaşayanlardan
hiçbir işe yaramayan boş sözler
bitti işte, ne rüzgâr
ne ağaç kurtlarının şenlikli çıtırtısı
gece ne ay ışığı
ne lanetli karanlık
ne de canlı gülüşü günışığının
okşayacak onun kabuklarını
dönün kuşlar, kuşlar dönün
gözyaşları akıtın sönen yapraklarına
yaşamın son armağanı olsun ağaca
dönün kuşlar üç kez daha
ağacın tek başına öldüğü cıvıltılı ormanda”