“Halk TV”de, “Kayda Geçsin” programında, Hatay’daki bir hâkimin, bir kişiyi 5 kurşunla öldüren katili, “nefsi müdafaa” diyerek, maddi çıkar karşılığında, ikinci duruşmada serbest bıraktığını anlatıyor, gazeteci Timur Soykan…
Donup kalıyorum. Yargı bu kadar mı çürür?
Aklıma hemen, gazetecilik yaşamım sırasında yargılandığım iki duruşma geliyor.
1980’li yıllar…
O zamanlar, ilçe spor müdürlüğü yoktu, Bandırma’da…Çinçukuru’ndaki statta, stat müdürü vardı. Dönemin Bandırma Stadı Müdürü, daha sonra bir trafik kazasında yaşamını yitiren Nuh Uğur’du. Arası da o dönemin Bandırma Kaymakamı Fahri Cabar ile çok iyiydi.
Bu müdürün, Bandırma’da düzenlenen özel bir futbol turnuvasında, harcamalar öne sürülerek, katılan takımlardan paralar topladığını öğrenmiştim. Ancak bu paraların yerinde kullanılıp kullanılmadığı hakkında çok ciddi iddialar vardı. Bunun üzerine, görevli bulunduğum, Nihat Özbek’in sahipliğinde, Bandırma’da yayınlanan GERÇEK Gazetesi’nde kaleme aldığım bir köşe yazımda, toplanan bu paraların nereye harcandığını sordum. Tabii ki bu durum, Nuh Uğur’un hoşuna gitmedi. Daha sonra Bandırmaspor’un maçları başta olmak üzere tüm maçlarda stada girişimde zorluklar çıkarmaya başladı. Bu arada, “devlet memuru olarak kişiliğini zedelemek ve hakaret” iddiasıyla hakkımda dava açtı.
O yıllarda gazetecilere açılan davalar, üç hâkimden oluşan “Toplu Basın Mahkemesi” ismi altındaki mahkemelerde görülürdü.
O davada, gazetemizin yazı işleri müdürü olan rahmetli Çetin Zeybek ile duruşmaya çıktık. Mahkeme başkanı, çok değerli bir hâkim olup, Bandırma’da sevilip sayılan Turgut Demirağ’dı. Savunmamı yaparken, gazetecilik görevimi yerine getirdiğimi vurgulayarak, yazdığım köşe yazısında hakaret olmadığını anlattım. Mahkeme, daha o ilk duruşmada beraatimize karar verdi. O duruşmada, Nuh Uğur’un avukatı, yazdığım yazıda suç unsuru bulunup bulunmadığının belirlenmesi için bilirkişiye gönderilmesini isteyince, mahkeme başkanı Turgut Demirağ’ın, “Ben, yazıda suç unsuru olup olmadığını anlamaktan aciz miyim? Neden bilirkişiye göndereyim?” şeklindeki sözlerini hiç unutmuyorum.
X X X
Bir başka davaya geleyim, şimdi de…
Halen Bandırma Belediye Başkanı olan Dursun Mirza’nın, ilk seçildiği yerel seçim öncesinde, Eti Maden Bandırma Bor ve Asit Fabrikaları Müdürü Recep Şekerci, AKP’den belediye başkan adayı olma aşamasındaydı. Ancak Eti Maden’deki görevinden, adaylık için henüz istifa etmemişti. İşte o günlerde
Gönen Denizkent’te yapılan bir resmi törene, mesai saatleri içinde katılmıştı. Bunu eleştirmek üzere, ironik bir yazı olan, “Gözlerim Yaşardı Doğrusu” başlıklı yazıyı “Bandırma Manşet” internet haber sitesinde kaleme aldım. Recep Şekerci, bunun üzerine bana ve “Bandırma Manşet”in sahibi Zeki Karadeniz’e, o yıllarda yüksek bir para olan 5 bin liralık manevi tazminat davası açtı. Yazımda en küçük bir hakaret yoktu ama yargılandığımız mahkemenin hâkiminin üzerinde müthiş bir siyasi baskı uygulandığını biliyorum. Hâkim, bu baskıya dayanamayarak, 5 bin liralık tazminatı ödememize karar verdi. O dönemde İstinaf Mahkemesi henüz kurulmamıştı. Hâkim, Yargıtay’a başvurmamızın da önünü kesti.
İşin peşini bırakmadım.
O dönemde, “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru” hakkı yeni çıkmıştı. Bu konuda, Anayasa Mahkemesi’ne, Bandırma’dan ilk başvuran kişi oldum. Anayasa Mahkemesi, başvurumun üzerinden yaklaşık üç yıl geçtikten sonra beni haklı bularak, Bandırma’daki yerel mahkemenin kararını iptal etti ve ödediğimiz 5 bin liralık tazminatı geri aldık.
1972 yılından bu yana aralıksız sürdürdüğüm gazetecilik yaşamımda, halen en küçük bir adli cezam yoktur, sicilimde.
Bugün, bu iki dava da ilginç anılarım arasında yer alıyor.