Savaşlar, kazalar, tabii afetler ezelden buyana insanların zamanını tam olarak bilemedikleri, ancak zamanın ve coğrafyanın bir bölümünde yaşanması kesin olan, maddi manevi çok ağır maliyetleri miras bırakan, bu sebepten telafilerinin çoğu kez mümkün olmadığı, bıraktıkları travmaların bazen tarih boyu ileriki nesillerce de hissedildiği, fizik ve diğer tabiat kuralları ile insanın sosyal, psikolojik, fizyolojik ve ekonomik yapısından kaynaklanan ihmal ve yetersizliklerin sonucunda sahneye çıkan ve her ne hikmetse, her seferinde suçun mukadderata ve kader planına bağlandığı acı olaylardır. Gerçekten kader diyebileceğimiz, dahil oluşumuzun ve suçumuzun sadece orada yaşıyo olmak olan doğal afetler yaşanmıştır.Yüzlerce yıl önce olan, bir anda soluduğunuz havayı yok eden, üstünüze binlerce ton, yüzlerce santigrat derece kızgın kül yağdıran patlamanın oluşturduğu şok dalgası ve sarsıntıların yok edici etkilerinin görüldüğü pompei ve santorini gibi yanardağ hareketlilikleri ile, milyonlarca yıl önce Meksika açıklarına düşerek bir kısım nesilleri yok edip zamanı ve biyolojik çeşitliliği tekrardan kuran o göktaşına karşı bugün için bile fizik kanunları bizim yanımızda değil.
Yakın geçmişte, iki sene boyunca tüm dünyayı korku ve kasvete boğan, sadece ölüm değil, yüzlerce sektör ve kesimde açlık, yoksulluk ve derin mahrumiyetlerin yaşandığı Covid salgınını sizce fakir bir köylünün yediği garip bir yarasanın mı; yoksa, kendi ırkını yok etme pahasına kurduğu biyolojik silah laboratuarından kaynaklanan bir sızıntının hediyesi miydi başımıza gelenler! Günümüz afetlerinin menşeinde insanın imzasını görmek zorundayız. Hemen her şeyin mega boyutlara vardığı çağımız uygarlığında afetlerin çarpan etkisinin artması da gayet doğal ve kaçınılmaz olmuştur. Eskiden beri olagelen toprak kaymaları, kuraklıklar, seller, arazi-orman yangınları ve yıkıcı depremlerde, bugünkü tecrübe ve bilgi birikimine ilaveten, şaşırtıcı boyutlara erişen teknolojimize rağmen halâ gafil avlanmamızın sebebi sizce ne olabilir? Sadece Marmara Bölgesinde, 25 milyonu bulan nüfusun, sanayi soğutma suları ve günlük 8 milyon metre küp azot, fosfor ve organik maddeler yüklü atık suya ilaveten yükselen ortalama su sıcaklığı, değişen akıntı rotaları ve ortaya çıkan ısı adaları ile karşımıza dikilen Marmara denizindeki salya sorunu ve iklim değişikliği gelecekte ödeyeceğimiz faturanın sinyallerini çoktan vermeye başladı. Kazma kürek yaktırdığı bilinen bir ay da son iki yıldır 20 derecenin üzerine çıkan sıcaklıklar bunun en güzel örneğidir.
Elbette Marmara’yı bekleyen dert sadece bu değil; yüzlerce atom bombasından daha büyük bir güce sahip, öncelikli olarak beklediğimiz, düşündüğümüzde derin kaygı yaşadığımız, yakın ve uzak geçmişe ait destanlaşmış acılarını duyduğumuz deprem felaketini en ucuz şekilde göğüsleyip atlatmanın yolları ancak Erdek’in fikir ve düşünce üreten beyinlerini, çalıştaylar, konferanslar, paneller, kent konseyi statüsünde çalışma gurupları içinde toplayıp, hareketlendirmekle mümkün olacaktır. İlçe bazında toplumsal katılımın ve kabullenişin olmadığı her etkinliğin işlevsel ve mantıki eksiklikler taşıması doğal sonuç olarak karşımıza çıkacaktır.
Birkaç gün önce, beş Mart 2025’te Erdek Cumhuriyet meydanında 911 Arama Kurtarma Derneği tarafından icra edilen deprem senaryolu tatbikatı ancak rastlantı sonucu izleme şansım oldu. Bir siyasi parti teşkilatının, 911 ve belediye personelinin dışında Erdek halkından en fazla yüz kadar kişinin izlediği, güncel ve toplumsal değerinin oldukça fazla olması gerektiğini düşündüğüm böylesi bir çalışmanın yeterince hedef kitleye ulaşamamasının sebebi etkili bir duyuru eksikliği veya yanlış bir zamanlamadan başka ne olabilir! Her ne kadar yazılı senaryo her şeyin yerle bir olduğu, ayakta sağlam binanın kalmayacağı 7,5 şiddetinde deprem felaketi üzerine kurulu olsa da, dağcılık sporunu andıran, bina tepesinden teleferik sistemiyle depremzede nakli, ve henüz gerçek bir depremin acısı, telaşı ve paniği yokken, icra edenlerin heyecanlarının bariz şekilde görüldüğü, yedi katlı binadan iple ancak kendilerini salimen aşağıya indirmeleri, deprem gününde kimin nasıl bir işine yarayacak! Bu tatbikatta yer alan ve birçoğunu şahsen yakından tanıdığım 911 ekibinin branşlarındaki arama kurtarma liyakat ve ustalıkları tartışılmaz bir gerçek olsa da, ortalama elli kişiyi geçmeyen mevcutları ile gerçek bir afet anında on binlerin talebi ve insani beklentileri karşısında kaça bölünecekleri ayrı bir hesap konusudur. Halkın kendi kendine yeterliliği açısından, bu konuda kitlesel eğitim ve beceri açılımları olmaksızın, en maharetli ekiplerin bile o mahşer gününde “samanlıkta iğne” olacağı bir gerçektir.
Umduğumuz büyüklükte bir depremi karşılamanın güvencesinin sadece insan gücü ve sayısı ile izahının pek de mümkün olmayacağı geçmiş tecrübelerde sabittir. Alet-ekipman hesaplamaları ve tedariki halkın ikna edilmesi, bilgi ve yardımı hedeflenerek yapılmalıdır. “Alet işler el övünür” unutulmamalıdır. Bu yazının unutulmaması gereken gerçeğini kaçıranlar için bir kez daha vurgulamak gerekirse; bu tür afetlere hazırlıkta halkın doğru dürüst davet edilmediği, katılmadığı, uzaktan baktığı her çalışma “ kendin pişir, kendin ye, kendin çal kendin oyna” türünden eğlenceye, bedeli ise; herkesin ödeyeceği faturaya döner. Akıl bilim ve erdemle gerçekten eğlence ve esenlik dolu günler dilerim.