Oldum olası kendisine güvenen ve bununla gurur duyan birisiydi o. Çoğu kişiye göre başarılıydı da. Etrafındakilere başarısının sırrını hep şöyle açıklardı: "Kontrol! Anahtar kelime bu. Kontrolü hiçbir vakit elden bırakmayacaksın. Aklını kullanacaksın. Adımlarını yere sağlam basacaksın. O zaman başaramayacağın şey kalmaz. " Kontrole verdiği bu önem yüzünden arkadaşları arasında "Bay Kontrol" diye çağrılır olmuş.
Gerçekten de, Bay Kontrol, hayatının denetimini hep elinde tutmak ister, her şeyin planladığı gibi yürümesini ister, kolay kolay kimselere güvenmezmiş. Birisine bir iş havale ettiğinde dahi, gizliden gizliye o işi takip eder ve sonuç elde edilinceye dek içi rahat etmezmiş. Ama her şeyi kontrol etmek mümkün değilmiş elbette. Geceleri uykunun kollarına bırakamıyor kendisini. Uykuya dalabilmek, yorgun birisinin uyanık kalması kadar zormuş onun için. Bu problemi uyku haplarıyla halledebiliyormuş bir şekilde, ama ya midesi? Ekşime, gastrit derken ülsere varan rahatsızlığı doktoruna göre tek nedenden kaynaklanıyormuş: Yoğun stres. Her reçetenin yanında bir de tavsiye alıyormuş bu yüzden: "Kendinizi biraz rahat bıraksanız! Sakinleşin. İşleri biraz oluruna bırakın." Ama onun cevabı hazırmış: "Doktor bey, yapacak bunca iş varken insan nasıl rahat olabilir? Oluruna bırakırsam, işler nasıl yürüyecek, söyler misiniz lütfen?"
Gençlik enerjisi bitmeden kariyerinin zirvesine ulaşmak, toplumda elle gösterilen bir kişi olmak, daha ilerde ülkesinin kaderinde söz sahibi olmak... Kendince belirlediği hedeflermiş bunlar. Her adımını bunları hesaplayarak atar, her sözünü bunları düşünerek söylermiş. Kariyerine zarar vermesin, planları bozulmasın diye, evliliği bile erteleyip dururmuş. Peki ya arkadaşları? Bay Kontrol`le bir arada bulunanlar, kendilerini hep diken üstünde hissederlermiş. Ağzını açıp bir şey söylemese bile, etrafına yaydığı gerilim yüklü dalgalar herkesi rahatsız edermiş. Planladığının dışında bir aksaklık mı meydana geldi? İşte o zaman, gözü hiçbir şeyi görmez, sorumluları fena halde haslarmış. Hele hele çalışanları hasta olduğunda, işler aksayacak diye öfkelenirmiş. Soğuk algınlığına yakalananlara "Arkadaşım, kendinize iyi bakacaksınız. Hasta olmayacaksınız." diye nutuk çekermiş. Hayattaki en büyük korkusunu hiç söylemeye gerek yok: Kontrolü kaybetmek. Bunu hayatında iki kez derinden yaşamış. İlki üniversite yıllarında, hiç hesapta yokken bir kıza aşık olduğunda. Ve bir de babasının beklenmedik ölümünde. İlkinde, sınıf birincisi ideal öğrenci gitmiş, yerine etrafına boş boş bakan ve Leylasından başka hiçbir şeyi düşünmeyen bir mecnun gelmiş. Ama çok geçmeden kurtarmış kendisini bu durumdan. Gelecekle ilgili planlarını düşünerek kontrolü tekrar eline almış. Babasının bir trafik kazası sonucunda ani ölümü ise, tam bir darbe olmuştu. Kendi hayatıyla ilgili bütün tutkuları, planlan, hedefleri ölümün soğuk yüzüne çarpmış ve paramparça olmuş. Ama O zoru başarmış ve bu parçaları tekrar birleştirip yoluna devam etmiş!
İşte efendim, bu Bay Kontrol`ün başına, nadir de olsa çıktığı tatillerden birisinde öyle bir şey gelmiş ki, ancak masallarda olur. Temiz havasıyla ünlü, dağların tepesinde bir tatil köyünde kalıyormuş. Bir gece vakti, aklına nereden geldiyse, yalnız başına yürüyüşe çıkmaya karar vermiş. Kafasında işiyle ilgili konuları evirip çevirirken, tatil köyünden hayli uzaklaştığını fark etmemiş.
Tam önemli bir yatırımı yapıp yapmamayı düşünürken, birden hayatı boyunca nefret ettiği o duygu bütün benliğini sarmış: Boşluk! Ayağı kaymış ve sarp yamaçtan aşağı yuvarlanmış. Çok güvendiği ayaklarının üzerinde değilmiş artık... Derken, can havliyle kayalıklardan uzanan bir ağaç dalına tutunabilmiş. Bütün gücüyle sarılmış dala.
Aşağıya baktığında dehşete düşmüş, çünkü yüzlerce metrelik bir uçurum uzanıyormuş ayaklarının altında. Yukarıya kendi başına çıkması imkansızmış. O dalı sonsuza kadar tutamayacağı da açıkmış.
Bay Kontrol, o patikadan geçen birisi sesini duyup yardımına koşar ümidiyle bağırmaya başlamış: "İmdat! İmdat! Yukarıda kimse var mı? İmdat!"
Dakikalarca bağırmışsa da kimse sesini duymamış. İnsanların gezmek için pek kullanmadığı bir yolmuş çünkü orası. Her geçen dakika saatler gibi geliyormuş ona. Kollarındaki derman azalıyor, ne yapacağını bilemiyormuş.
Tam ümidini yitirecekken, tutunduğu dalın üstüne hayret dolu bakışları altında konuşmaya başlamış:
"Ey insan, zor durumda görünüyorsun!"
Bay Kontrol önce ne diyeceğini bilememiş. Rüyada olup olmadığını sormuş kendi kendisine. A ma güvercin konuşmaya devam etmiş
"Buradan kurtulmak ister miydin?"
Bunun ilâhî bir mucize olduğunu, bu kuşu kendisine Allah`ın gönderdiğine kanaat getiren Bay Kontrol, yüreğinden kopan bir feryatla haykırmış
"Allah’ım! Bu kuşu Senin konuşturduğunu biliyorum. Lütfen Allah’ım, lütfen beni kurtar. Beni buradan kurtarırsan, bir daha asla günah işlemeyeceğim. İyi bir insan olacağım. Bundan sonraki hayatımda hep senin emirlerine uyacağım!"
"Vaatlerde bulunmayı bırak şimdi" diye sözünü kesmiş güvercin. "Buradan gerçekten kurtulmak istiyor musun, sen onu söyle."
"Evet, evet!" olmuş Bay Kontrol`ün cevabı.
"Peki" demiş kuş, "Bunun için Rabbinin senden istediği her şeyi yapar mısın?"
Teslimiyetin son kertesine gelen Bay Kontrol`ün cevabı yine aynı olmuş:
"Evet! Ne isterse! Emretsin yeter!"
"O zaman senden istenen şeyi söylüyorum" demiş haberci güvercin ve devam etmiş:
"Dalı bırak!"
Duyduklarına inanamamış bizimki:
"Nasıl?"
“Duydun ya, Rabbin dalı bırakmanı istiyor. Korkma, O’na güven. O seni kurtaracak."
Bir süre, ne diyeceğini bilememiş Bay Kontrol. Sonra...
Evet, ne cevap vermiş ve ne yapmış dersiniz?
Peki, onun yerinde siz olsaydınız, ne yapardınız?