Ortaokul okumuş herkes basit bir kompozisyon yazmanın kurallarını bilir: Yazınızın bir başlığının olması, balıklama konuya girmektense, yazının giriş, gelişme, sonuç şeklinde ilerlemesi ve daha birçok kural bize öğretilmiş olsa da, nedense bu sefer bir telaşla, konunun göbeğinden, sözün düzünden başlamak geldi içimden.
Bunun sebebinin; her türlü yargılamaya, eleştiriye ve düşünüşe kendini kapamış, ilkelerin, standart ve yerleşik kaidelerin ( normların) yerini “olmasa da olur” un aldığı, müphem (belirsiz) olarak gördüğümüz geleceğe ışık tutup, köprü olacak gerçeklere, gerçekliğe adeta düşman kesilip, cehaleti kucaklayarak edepten ve tabiatıyla edebiyattan uzaklaşmış büyük bir kitlenin varlığı olsa gerek... Hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilsem de, gerçek ve gerçeklik üzerine dünya düşünürlerinden ve kutsal saydığımız kitaptan birkaç zaman aşan söz ile devam etmek gerekirse: “ Otoriteye körü körüne sadık olmak, gerçeğin en büyük düşmanıdır.” Albert EİNSTEİN “ Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.” George ORWELL “Allah katında canlıların en kötüsü gerçeği örtenlerdir, bunlar iman etmezler.” Enfal 55 “Şeytanların kimlere inmekte olduğunu size haber vereyim mi, onlar gerçeği ters yüz eden, günaha düşkün olan her yalancıya inerler.” Suara 221-222
Aslında kitlelerin refahını arttırma ve sorunlara çözüm bulma sanatı sayabileceğimiz, medeni ve hukuki bir doz nispetinde, rekabet, eylem, direniş, engel ve eleştiri ortamında yaratılan dengelerle ilerlenmesi gereken siyaset zemininde, birilerinin, kanunlara uysa da, vicdanları aşan, koruma zırhı içinde, yerine göre siyaset, yerine göre devlet şapkası takarak, her türlü hata ve noksandan münezzeh! statüleri (konum-makam) ile, toplumun önünde kullanmaktan çekinmedikleri içi hakaret ifadeleri dolu ve “Biz ve onlar” cinsinden ayrıştırıcı bir lisanın yanında, sorumluluğun yanlarına bile uğramadığı, hesap sorulmanın ve hesap vermenin akıllarının ucundan bile geçmediği icraatlar ile, dengesi bozulmuş, istismara batmış din ve siyaset gölgesinin zorladığı yargının saygınlığının tartışıldığı, utanma ve istifa müessesinin enayilik sayıldığı, saltanata ve günübirlik idareye karşı, malum şekilde, istatistik, mantık ve matematiğin bir eseri olan planlamanın düşman olarak görüldüğü, denetimin rutin, tarafsız ve düzenli yönünün unutulup, sadece ayak bağı olanlar için raftan indirildiği, cezasızlığın kışkırttığı cürümlerin caddelere taştığı, cinnet, cinayet ve intiharların olağanlaştığı, onun bunun büyük büyük(!) projeleri ve savaşları uğruna milyonlarca sığınmacı/ göçmen/ mülteci için gözden çıkarılan yüzlerce milyar dolar-lira cinsinden harcamalara ilaveten, bir müddet “nass”, bir müddet de “pass” gibi ekonomiyi şaşkına çeviren manevralarla heba edilip, yerlerde sürünen alım gücünün ve tabiatıyla ortaya çıkan *enfiilasyonun!* doğurduğu fakirliğin kıskacındaki kitlelerin feryadının hiçe sayıldığı, her gün bir acının yıl dönümünü yaşadığımız, Soma’dan İliç’e, yurt yangınından otel yangınına, sokak ortasında elektrik akımına kapılarak ve mühendislik bir garabet ile sahneye konan hızlı tiren facialarında, binlerce faili meçhul katliamlarda, havaya uçan fabrikalarda ve tarihe geçecek kurtarma ihmali ve felaketinin yaşandığı, bir hafta sonra, içimiz burkularak anacağımız altı Şubat depreminde ölen on binlerin üzerinden tesis edilmeye ve cehalete düzülen övgülerle yutturulmaya çalışılan, ülkenin olmasa da, koltuk sahiplerinin bekası için faydası tartışma götürmez “kader” ve “sabır” söyleminin yeri fizik ve inanç dünyasında tartışıladursun, ilahi kelamın bile “Mâün” suresinde lanetlediği, “riya” ve hurafeye döndürülüp, kuru bir tapınma ritüeline çevrilmiş, günümüz siyasetinin alabildiğine istismarı ve sulandırması ile bozulan inanç sisteminin eğitime perçinlenmesiyle cumhuriyet şiarlarının kararan ufkunda, yaşadıkları ülkeden kaçmak için her türden şansı denemeye hazır Türk istikbalinin evlatları “giderlerse gitsinler” şeklinde bir muameleyi görürlerken, demografik dengemizi alt üst edecek miktarda, çok farklı kültür ve gen ortamına sahip geçici sığınmacıların “baş üstünde” tutulma gerçeği ile yukarıda sözünü ettiğim diğer gerçekler nasıl bir geleceğe köprü olur!
Bugünün göstergesi olan, bunaltan siyasi entrikalar, toplumla dalga geçme nispetine varan yalanlar, çürümenin sembolü sayılacak rüşvet ve hırsızlık iddiaları, tecavüzler, kadın cinayetleri, köprüler eliyle kamu birikimlerinin bitmek bilmez bir sistematik ile bir yerlere boşaltılması, çabuk zenginleşme uğruna talan edilen ormanlar, zeytinlikler ve tarım arazileri, aylar sonrasına verilen sağlık randevuları, değişen tabiat ve iklim dengelerinin sonucunda kapıda bekleyen doğal felaketler, şu an için Naci GÖRÜR’den başka kimsenin pek görmek istemediği deprem tehdidi, acilen gelecek için bir şeyler yapılması gerçeğini maddi manevi bedellerle bize öğretirken, bu dersten benim çıkarttığım sonuç; böylesi bir temponun, bu düzenin ve hayata bakış tarzının, çürümeden beslenenlere rağmen, kendini yenilemesi erdem akıl ve bilime yüzünü dönen bireyler ve toplum eliyle olacağıdır. Oturduğu yerden, kaderden ve göklerden yardım bekleyenler ile, yozlaşmanın ve çürümenin faillerinden halâ medet umarak iş birliği yapanlara, bu konuda değerini zamanın ispatladığı birkaç doğru sözün ve Allah kelamından birkaç cümlenin, yol göstermesi dileğiyle esen kalın.
“ Kader harekete geçmeyen kişiye asla yardım etmez.” Sophocles
“Rüşvetçi politikacıları, düzenbazları, hırsızları ve hainleri seçen halk kurban değil, suç ortağıdır.” George Orwell
“ ...Gerçekşu ki; Allah, bir toplumun maruz kaldığı şeyleri, onlar iç dünyalarını değiştirmedikçe
değiştirmez...” Ra’d 11