ALAADDİN BABUCÇU

Tarih: 20.12.2024 01:40

KAYNAYAN KAZAN TAŞMAZ MI !

Facebook Twitter Linked-in

Kadim zamanlardaki halkın dikkat dolu feraseti ile ‘fiziksel gerçekleri’ gözleyerek ve bu gözlemlerini dayanak yaparak kavuşma dileğini seslendirdiği, söylemesi-mırıldanması kolay, anlaşılır, temposu, ritmi yüksek Bilecik/Gölpazarı türküsünün nakarat sözleriydi okuduğunuz bu başlık. Türküde hemen her dörtlükte bir adı geçen kaynar kazan, aşure kazanı mıydı, çamaşır kazanı mıydı bilinmez ancak, benim buradan anlatmaya çalıştığım ise; uzun zamandır çevremizde kaynayan, kiminin altına odun taşıdığı, kiminin yakıp üflediği, kiminin karıştırdığı, kimilerinin de haşlanıp kıvrandığı cadı kazanlarının duman ve sisler içindeki hal ve sonuçlarının her daim tekrarlayan kimliğini, bu türkü kadar kalıcı olmasa da, yazılı not ile, toplum, tabiat ve tarih önünde vatandaşlık sorumluluklarımızın elbette  önemini vurgulamaktır.

Anestezi etkili, uyuşturucu magazin programlarının etkisine kapılmadan, bir parça olsun çevremizde sahneye konmakta olan, siyasal, ekonomik  ve askeri gelişmeleri takip eden herkesin üçüncü dünya savaşına kadar uzanan endişeleri, şaşkınlıkları ve toz duman altında onlarca figüranın rol aldığı cadı kazanı misali söz konusu coğrafyanın yarınına ait geçerli tahminlerin  olmayışı, bu alanın uzmanlarının bile yüzlerinden okunurken, adına Orta Doğu denilen, içinde ve etrafında sayısız maskeli sırtlanın bin bir şeytani planla dolaştığı, stratejik ve ekonomik değerinin, ruhani, mistik perspektifini unutturduğu böyle bir kadim coğrafyanın yarınki rotasını ön görmek elbette bana da düşmez ; ancak, küresel sorunların başında sayabileceğimiz sosyo-politik gerginliklerin bir anda silahlı çatışmalara dönüşüp, ülkeleri de içine çekebilecek bölgesel savaşların ortaya çıkma ihtimali değerlendirilirse,  dibe doğru seyreden ekonominin üzerine, tekrardan milyonların yoksulluk ve sefalet içinde yollara dökülüşü  en sık görülecek trajik  manzara olacak.

Talan edilen tabiatın bir sonucu olarak, kaybolan su kaynakları ile açlık ve kuraklığın sarsıntıları henüz pandoranın kutusundan çıkmamış, yeni ve bilinmeyen pandemilerin dehşeti ne sıradan insanların, ne de yönetici sıfatı taşıyanların daha aklında yokken bile, ülkelerin kaoslara sürüklenip, geniş kitlelerin harap ve bitap yollara düşmesinin sebebi kader midir, alın yazısı mıdır? Yönettikleri halklarına sırtlarını dönüp, çağın, sosyal, bilimsel sanatsal ve ahlaki değerlerine aldırmadan, hukuktan dine, cehaletten örf ve adetlere, kadim kültüre ve bireysel zaaflara kadar her şeyin rahatlıkla ve sınırsızca istismarında ve kanunsuzlukta beis görmeyenlerin gözlerini örten kalın ego perdesinin altında, kandırmayı-kandırılmayı, uyutmayı-uyutulmayı mutluluk sayan kitlelere reva gördükleri bu zulmü bir müddet sürdürseler de, kainatın ve tarihin ruhunda mide bulantısı yaratan buna benzer dönemlerde ekilen rüzgarların fırtına, bumerang misali, ‘alçaltıcı bir azap’ olarak kendilerine dönüşüne örnek vermek gerekirse; seksenli, doksanlı yıllarda bebeklere bile acımayan, kalleşçe pusularla asker, polis, öğretmen ve sivil halkı öldüren terör örgütüne yıllarca kucak açıp, besleyip, semirten Suriye rejiminin sonu sekiz Aralık itibarı ile dünyanın terörist olarak ilan ettiği guruplar eliyle gerçekleşti. Hiçbir zaman arpa eken buğday biçmedi. Suriye rejimi elbette ektiğini biçti. Yarın ellerinde ne kalacağını ve değirmende ne öğüteceklerini de Allah bilir!

Her ne sebeple olursa olsun, komşusunun evindeki yangına benzin döküp, körükle gitmenin ilahi bir hasat zamanının olacağını, kanun ve vicdanlarını yok sayarak icraatta bulunanları alkışlayıp, destekleyenlere ilaveten, ödenecek bir fatura olarak hepimizin hesabına çoktan geçtiği, sadece tarihin değil, siyasi kazanç ve hedefler için üstüne basılıp istismar edilen inancın da ortaya koyduğu bir gerçektir. ‘- Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile)  sonuçlandırması pek şiddetli olandır.’ (Enfal-25).

Zenginlikleri, sarayları, güç ve kudretleri ile bir zamanların Şah’ından Kaddafi’den Çavuşesku, Saddam, Esad ve El Beşir’e kadar herkesçe bilinen ve yirminci yüz yılı dolduran diğer  isimlerin ötesinde, Karun gibi tarihin derinliklerinde kalıp, unutulanların  da kayda değer özellikleri, yaptıkları zulüm ve hak ettikleri sonlarının yanında, gerek onları yüceltip alkışlayan, gerekse sessiz kalanların nesiller boyu yoksulluk ve her türlü istismarın, kötülüğün, çaresizliğin zemini olan cehaletle ödedikleri, geçmişin bilinen gerçeğidir. Geleceğin gerçeğinin ne olacağı geçmişinki kadar net olmasa da, bu günün gerçeği;  onun bunun büyük(!) projelerine,  gaz veren övgüleriyle süslenmiş ham hayallere ve maliyeti ağır, hurafe özentili maceralara doğru uzanan korku tünelinin karanlığında oluşumuzdur.

İstikbali engin ufuklarda ve aydınlanmada gösteren, en hakiki rehbere ulaşmada koca bir ulusa başarılarıyla, kurduğu çağdaş kurumlarıyla rehberlik eden, meşru savunma haricinde savaşı cinayet olarak gören, yurtta ve dünyada barışı arzu edip, cehaleti savaşılacak en zorlu düşman olarak tanımlayan, büyüklüğünü sömürgecilere ve istilacılara karşı kazandığı savaşlarda defalarca kanıtlayan, çocukluğundan ölene kadar yaptığı  tek mesleği olan  leş kargalarını kovalarken, elinde tuttuğu akıl, bilim ve erdem meşalesine sahip çıktığımız günde, o karanlık korku tünelinden ve içindeki yaratıklardan kurtulmuş olacağız.  Esen kalın.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —