Esat Kamil, yıllarını Babıali denen o yokuşta tüketmiş. Kitabını okurken birden kendimden parçalar buldum, benim de O`na benzeyen taraflarımın olduğunu farkettim.
Ankara`da Rüzgarlı Sokak`ta, Esat Kamil gibi başımdan geçen çok olaylar olmuştu. Gazetecilik denen bu illeti o kadar güzel anlatmış ki, tek kelimesine bile katılmamak mümkün değil. Bazen düşünüyorum; Dünyaya otuz yıl geç gelseydim ve yine gazeteciliği seçseydim neler değişirdi? Toplum için bir şey değişmezdi ama benim için çok şey değişirdi. Kuşağıyla uyumlu bir gazeteci olurdum her halde...Sakın yanlış anlamayın, kuşağımla uyum sağlardım derken yalancı olurdum, sahtekar olurdum, yağdanlık olurdum anlamında söylemiyorum. O bakımdan eski gazeteciler daha dürüsttü. Arkadaşlarımın çoğu mesleğe paltosuz girdiler, yamalı paltoyla göçtüler. Hepsini buradan hayırla yadediyorum. Bizim yanımızda patlak ayakkabıyla mesleğe başlayanların bugünkü büyük servetlerini anlamakta ise güçlük çekiyorum.
Villalar, köşkler, yatlar; garibanları küçümsemeler, horgörücü yazılar...Eskiden bizim meslekte ayıp diye bir şey vardı, şimdi kalmamış anlaşılan. Bedeli yoksulluk ve işsizlik de olsa, onurlarını satmayan nice yıllık gazeteci ağabeyilerimiz de vardı...
Ankara`daki gazetecilik serüvenimde aç kaldım, işsiz kaldım, evsiz kaldım. Peki geriye ne kaldı? Hiç emekli maaşımı ve gazeteci kimliğimi saymazsanız, koskocaman bir hiç. Bizim meslek böyledir, yazdığnız çizdiğiniz uçar gider. Size yazdırılmayanlar, söyletilmeyenler de cabası. Ama kitap yazmak bambaşka bir şey, kitaplar kalıcı oluyor. Ancak bana bugüne kadar anılarımı yazacağım bir kitap için hiç teklif gelmedi. İnşallah birgün o da olur... Kitap yazan tüm dostlarımı da kutluyorum bu zor işi başardıkları için...
Şimdi aşağıdaki satırlarda; Esat Kamil`in 1995`de kitap haline dönüştürülen anılarından bir bölümünün özetini bulacaksınız:
"BAŞMUHARRİR VE İLK KOVULUŞ"
"Gel bakayım buraya, sen istidatlı bir gence benziyorsun." Elim ayağım birbirine dolanmıştı. Bana mesleğe henüz başlamış gencecik gazeteciye bu sözü söyleyen, gazetenin meşhur başmuharriri idi. Heyecanla yanına gittim. Beni bir süredir uzaktan görüp pek beğendiğini söyledi, birtakım sorular sordu ve elini omuzuma koydu; "Bak, piyası iyi izleyen adam bu meslekte mutlaka yükselir. Pırasa kaça, ıspınak kaça, soğan kaça, bunları bileceksin ve yazacaksın.
Haydi şimdi fırla da piyasayı bir kolaçan et bakalım. Sana bir meslek sırrı vereyim. Gazeteci gibi gidersen, esnaf fiyatları düşük söyler. Onun için alıcı gibi gideceksin. Al bakalım şu beş lirayı, bir kilo ıspanak, bir kilo pırasa, bir kilo da yemeklik kıyma kap gel!"
Başmuharririn ilgisi beni çok sevindirmişti. Hemen gittim, fiyatları sordum, alınacakları aldım. Gazeteye döndüğümde kafama takılıverdi, aldıklarımı ne yapacaktım? Buşmuharririn beni beklediğini söylediler. Yine yanına gittim. Başmuharrir elimdekileri masanın yanına bırakmamı istedi ve "Aferin sana, şimdi git haberini yaz, ben de bunları fakirlere veririm" dedi.
O haberim gazeteye girmedi. Başmuharrir her gün beni çağırıyor, önce övüyor, sonra piyasa muhabirliğinin önemi anlatıyor ve çarşıya gönderiyordu. Fakat bu konudaki haberlerimin hiçbirisi gazeteye girmiyordu. Ne kadar safmışım, meseleğe uyanmam on gün kadar aldı. Ama yapacak bir şey yok, koskoca başmuharrire karşı çıkılmaz... Derken başmuharrir bazı günler para vermemeye başladı. Piyasa haberlerini cepten yapıyorum; muhasebeye gitsem "Biz vermeyiz" diyorlar. Neticede, ben eve kıyma götüremezken, başmuharririn pirzolarından, peynirinden, yağlarından esnafa büyük borcum birikti. Gece muhabirliğine alınmamı istedim. Ama başmuharrirden kurtulamayacak ve onun yüzünden işimi kaybedecektim."
Sonunda Esat Kamil`in korktuğu başına geliyor ve ilk işinden kovuluyor. Benim de Ankara`daki ilk yıllarımda yaptığım haberleri Yazıişleri Müdürümüz yırtıp çöpe atıyordu, olmamış diye. Ancak ertesi gün gazetede benim haberimin bir başka isimle ve (gazetecilikte buna takla attırmak denir) değiştirilerek yayınlandığına çok şahit oldum. Buna benzer olaylar çömez gazeteci adaylarının da mutlaka başından geçmiştir.
