,
Bugün, 28 Nisan 2025 Pazartesi

BEDİRHAN AYDIN


PADİŞAHIN İŞİ NE

PADİŞAHIN İŞİ NE


Sultan Murad Han, o gün bir hoştur. Telaşeli görünür.
Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Vezir-i Azam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?
- Hayır mı, şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan dışarıya çıkıyoruz. İki molla kılığında çıkarlar yola.
Görünen o ki padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Hızlı, kararlı adımlarla Beyazıt`a çıkar, döner Vefa`ya, Zeyrek`ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan ceset gözlerine batar.
Sorarlar;
- Kimdir bu?
Ahali: Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhuşun biri işte!
- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim… Kırk yıllık komşumuz. Bir başkası tafsilata girer;
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi san`atkardı. Azaplar çarşısında çalışır, 
nalının hasını yapardı. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar, hem şişe şarap taşır evine, hem de nerede namlı mimli kadın varsa takar peşine. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
- İsterseniz sorun der. Sorunuz bakalım onu cemaatte gören hiç olmuş mu? Hasılı, mahalleli döner gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar mı ortada! Tam vezir de toplanıyordu ki padişah yolunu keser:
- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebeamızdır. Defnini tamamlasak gerek.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
- Olmaz! Rüyadaki hikmeti çözmedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam, naşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman Sultanım! Nasıl kaldırırız? Bunun yıkanması, temizlenmesi var. 
- Tekfini, telkini var….
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız. 
- Şurada bir mahalle mescidi var ama…
- Olmaz! Vefat eden sen olsaydın, nereden kalkmak isterdin? 
- Ne bileyim, Süleymaniye`den, Ayasofya`dan en azından Fatih Camii`nden. 
- İlk ikisinde devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama sonuncusunu iyi dedin. Haydi yüklenelim. Yüklenip gelirler Fatih`e. Vezir, sağa sola koşturur. Kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulu erkanınca bir güzel yıkarlar ki, açıkça güzelleşir sanki adam. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. 
Padişahın kanı ısınmıştır bu yaşlıya, vezirin de öyle… meçhul nalıncıyı kefenlerler, tabutlarlar, musalla taşına yatırırlar. Namaz vaktine daha vardır. Bir ara vezir sıkıntıyla yaklaşır. 
- Sultanım! der, biz yanlış yapıyoruz galiba. 
- Nasıl yani?
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri? 
- Doğru, öyle ya, neyse… Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir tesbihine döner, Padişah garip maceranın başladığı yere koşar. Sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. 
Kapıyı nur yüzlü bir kadın açar. Olayı metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. Sonunda yutkunur:
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır! Ama gözleri kısılır, hatırlara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından. 
- Biliyor musun oğlum, diye dertli bir sesle söylenir. Bizim efendi bir alemdi vesselam… Akşama kadar nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir, satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya! 
- Niye? 
- Ümmet-i Muhammed içmesin diye.
- Ya! Hayret.
- Sonra malüm kadınların ücretlerini öder, eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın almadım mı? Aldım! Öyleyse şimdi dinleseniz gerek, derdi. O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. İlmihal, Huccet-i İslam okurdum.
Koca padişah yutkunarak:
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
- Milletin ne düşündüğü umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında namaza durmalı ki "Allahu Ekber"! dediğinde Kabe`yi görmeli. 
- Ya! 
- İşte bu yüzden nişancıya, sofulara uzanırdı. Hatta bir gün; "bakasın efendi" dedim. "Sen böyle böyle davranıyorsun, ama herkes seni kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada."
- Doğru, öyle oldu ya.
- Kimseye zahmetim olmasın, deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim.  İş mezarla bitmiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o dedi, diye sorar Padişah merakla.
- Önce uzun uzun güldü, sonra ; "Allah büyüktür hatun" dedi, "hem Padişahın işi ne?" 
                                                        ********
Evet Allah`ın öyle kulları var ki, halk onları bilmez. Hoş, bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. İşte Nalıncı Baba, adsız sansız Allah dostlarından biridir. Aslında adı Muhammed Mimi Efendidir. Bergama`lıdır. 1592 yılında vefat etti. cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve onu evinin bahçesine defnetti. kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası, bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi İstanbul`da Un Kapanı Cibali Baba yokuşunda, Harapzade Camii karşısındadır. 
Mevla rahmet eyleye! Amin.
  • BIST 100

    9432,55%-0,61
  • DOLAR

    38,40% 0,20
  • EURO

    43,69% -0,02
  • GRAM ALTIN

    4094,52% -0,84
  • Ç. ALTIN

    6581,38% -0,97
  • Pazartesi 16.2 ° / 4 ° Güneşli
  • Salı 14.2 ° / 5.1 ° false
  • Çarşamba 16.5 ° / 4.7 ° false

Balıkesir

28.04.2025

  • İMSAK 04:32
  • GÜNEŞ 06:06
  • ÖĞLE 13:11
  • İKİNDİ 16:59
  • AKŞAM 20:06
  • YATSI 21:34