Yıllar geçip, büyük deneyimlerin süzgecinden geçtikten sonra insanlara, dünyaya bakış açımız çok değişiyor.
Şimdi geçmişe dönüp bakıyorum da değmeyecek insanlar için ne kadar çok yormuşum kendimi.
Artık, kalitesiz, kişilik yoksunu insanlardan uzak duruyorum.
Bazen kendine gelmek için başkalarından gitmen gerekir.
“Küçük Prens” kitabındaki şu müthiş değerlendirme gibi:
“Görmezden gelin
Ses etmeyin
Cevap vermeyin
Sessizlik herkesi mahveder”
Kısacası, değmeyen şeyler vardır hayatta, üzülmeye değmeyen ayrılıklar, düşünmeye değmeyen anılar ve konuşmaya bile değmeyen insanlar gibi…
Gereksiz polemiklerden gazetecilik yaşamım boyunca hep uzak kaldım. Çünkü bazı soruların yanıtı, sessizliktir. Ya yanıtın zamanı değildir, ya da muhatap olan kişi yanıt vermeye layık değildir, değmez. Bazen susmak, en güzel yanıttır.
İnsan, susunca konuşmuyor sanılır, oysa en şiddetli sözcükler, suskunluğun içinde saklıdır.
Yunus Emre şöyle diyor:
“Edebim elvermez, edepsizlik edene
Susmak en güzel cevap,
Edebi elden gidene”
Bir Kızılderili atasözü de şöyledir:
“Cevap vermemek, aslında bir cevaptır.”
X X X
Ancak haklı olduğum bir konuda mücadele etmem de gerekiyorsa, öncelikle yargı olmak üzere tüm yasal yolları mutlaka denerim. Çocuğuma ve torunuma da bunu aşıladım. Haksızlığa boyun eğme ve diren!
Aklımda, Zora Neale Hurston’un sözü:
“Annem her fırsatta çocuklarına güneşe doğru zıplamalarını öğütlerdi. Güneşe ulaşamazdık ama hiç olmazsa ayaklarınız yerden kesilirdi!”
Yani neymiş?
Mücadelenin o tılsımlı gücüne inan.
Bektaş Kandemir, şöyle diyor:
“Yüreğini korkak alıştırma!
Bak, görüyor musun,
Ulaşamasa da vazgeçmiyor,
Kurbağa bile zıplıyor arşa!”
Son söz şu:
Unutmayın ki, kaybettiğinizde değil, vazgeçtiğinizde yenilirsiniz.