Yazarlık, en zor meslekler arasında yer alır.
İstikrarlı ve tutarlı bir çizgi izleyeceksiniz, kişisel hesaplar içinde hareket etmeyecek ve toplum yararını düşüneceksiniz. İlhan Selçuk’un deyimiyle “yazının mimarisini tutturacaksınız”, öncelikle….
Gazetecilik, yazarlık zor iş yani…
Gazeteci-yazar konusunda en önemli değer yargısını da toplum verir.
X X X
Olumsuz deyimlerden biri de, “edebiyat yapmak”tır. Bu deyim, ne yazık ki, halk arasında boş konuşmalar, hayal ürünü, saçma sözler, hiçbir işe yaramayan düşünceler ve gerçeklere dayanmayan bir değersizlik ortamı anlamında kullanılır. Gelişmiş hiçbir toplumda edebiyat, böylesine bir deyimle kirletilmemiş, tam tersine her toplumun en üst değerlerinin arasında yer almıştır. Çünkü edebiyat, toplumlar için çok ciddi bir alandır.
Bir toplum, edebiyatsız olmaz. Edebiyat, bir toplumun kültürünün temelini oluşturur.
Şiir, roman, kitap okumayan bir ülkenin insanları yaşamdan kopuktur.
Zülfü Livaneli, şöyle diyor:
“Roman kahramanlarını, hep şişeden çıkmayı bekleyen cinler gibi düşünmüşümdür. Oradadırlar, sizi beklemektedirler, şişeyi okşadığınızda çıkıp geleceklerdir. Çağırmadığınız zaman ise yokturlar, şişe alelade bir şişe olarak durur.
Kitaplar da öyle değil mi?
Birbirine yapışık durumda bekleyen binlerce, yüz binlerce sayfa cansızdır, kupkurudur. Önce havayla en çok temas eden kenar bölümleri sararır, sonra bu sararma içlere doğru yayılır. Raflarda süs olmaktan başka bir işe yaramazlar.
Ama bir kez elinize alıp okumaya görün; o cansız sayfalardan süzülen ruhlar, ete kemiğe bürünür, capcanlı görünürler size.
Onlarla dertlenir, onlarla sevinir, onlarla kıskanırsınız. Belki de tanımakta olduğunuz kişileri, her gün önünden geçtiğiniz dükkânları gizemli bir dünyada yeniden var eder ve siz, bundan büyük bir tat alırsınız.
Selüloz katmanlarının arasından fışkıran yakıcı hayatlar, sizi de birlikte sürükler. Lafcadio olursunuz, Raskolnikov, Bovary, Meryemce, Anna Karenina, Lacombe Lucien, Goriot, Jean Valjean, Buendida gibi duyumsarsınız kendinizi.
O andan itibaren kitabın küf kokusu da bir alışkanlık olur sizin için; her ülke kağıdının değişik kokusunu içinize çekersiniz.
Sararmalar, eski ve çok sevilen bir dostun saçlarına düşen ak gibidir.
Yaşamı imbikten süzerek size yeniden sevdiren bir büyüdür bu.”
Birçok önemli romanın da filme çekildiğini biliyoruz.
Ancak iyi bir romanın bir sinema filmine aktarılması gerçekten çok zor…Çünkü romanı okuyan her okuyucu için kafasında yarattığı bir hayal dünyası vardır. Bu nedenle film yönetmeninin, her okuyucunun kafasında canlanan dünyayı yansıtması hemen hemen olanaksızdır.
X X X
Siyasetçiler, genel olarak kitap okumayı sevmezler.
Siz hiç, cebinde bir şiir kitabı taşıyan milletvekili gördünüz mü? Oysa bir insan ilişkileri yumağı olan siyasetin derinleşebilmesi de ancak edebiyat inceliğiyle olasıdır.
Kısacası yazarlar, yarattıkları kahramanların tanrısıdır.
X X X
Bir dilin gücü, sözcüklerinin zenginliğine bağlıdır.
Fransa’nın ünlü yazarı Victor Hugo, kitaplarında kırk bin değişik sözcük kullanmıştır.
Bazı yazarlarda bu sayı birkaç bine düşer, bazılarında ise daha az olur. Yazarın kültürü zayıfladıkça dili de tutuk, güdük ve kısır olmaya başlar.
Bugün ülkemizde, gazetelerde kullanılan Türkçe sözcük sayısı sadece binli sayılarla ifade edilebilir. O da geniş bir kültür birikimine sahip, çok boyutlu yazılarda.
Konuşma dilinde ise durumumuz daha da içler acısı. Bu alanda kullanılan sözcük sayısı birkaç yüze düşüyor. Ne yazık ki, aynı sözcükler içinde dönüp duruyor, güzel Türkçemiz…
Yazıya, Bandırma’nın yetiştirdiği önemli şair-yazarlardan Ayten Mutlu’nun dizeleriyle son veriyorum:
“İstemem ne gözyaşı
ne kahkaha ne keder
beni soluk bir anıya,
bir yaprağın sesine
bitmemiş bir şiirin
son dizesine
söylenmemiş sözcüklerin
ezgisine gömsünler
sarı bir gül gülümsesin ardımdan
rüzgâr arada bir ansın adımı yeter!”